Logoterapi ve Varoluşçu Analiz

Ayrılma Kaygısı

Kaygı; sebebi bilinmeyen korku ve endişe hali olarak tanımlanmaktadır. Gerçek korku dışardan gelebilme ihtimali olan tehlikelere karşı kişinin gösterebildiği zihinsel ve bedensel tepkilerdir. Ancak kaygı durumu nedeni belli olmayan ve içsel olarak hissedilen ve gerçek tehlike karşısında görülebilen zihinsel ve bedensel tepkilerin oluşmasıdır. Kaygı durumları bazen çok hafif seyretmesine karşı bazen de işlevselliği etkileyebilecek kadar ağır yaşanabilmektedir.

Kişinin yaşadığı her tür olay ve içinde bulunduğu tüm şartlar genel olarak tüm yaşamını
etkiler. Yaşamını etkileyen bu durumlar bazen dolaylı bazen de doğrudan kişiye
etki eden faktörlerdir. Psikoloji kuramcıların neredeyse tümü çocukluk çağında
yaşanabilecek problemlerin sonraki yıllarda psikopatolojik durumların temeli
olabileceği konusunda hem fikirdirler. Çocukluk çağında yaşanabilecek olası problemlerin ortaya çıkarabileceği patolojik durumlardan biri de sonraki dönemlerde de ortaya çıkabilecek işlevsellikte bozulmalara yol açabilecek ve kaygının temelini oluşturabilecek yaşantılar olabilmektedir.

Çocukluk çağında anne baba tutumu, aşırı korumacılık, yetiştirme tarzı, davranış öğretebilmek için kullanılan tüm yöntemler, çocuğun ihtiyaçlarının karşılanıp karşılanmaması, ihtiyaçların karşılanma biçimi, çelişkili anne baba tutumları çocuğun kaygı düzeyini arttırabilecek faktörler olarak değerlendirilmektedir. Ergenlik döneminde anne baba tutumu, psikolojik ve fiziksel şiddet, abartılı tepkiler, aşırı korumacılık, ebeveyn kaygısının yüksek olması kaygı düzeyini arttırabilecek nedenler arasında sayılabilir.

Ayrılma kaygısı bozukluğu yetişkinlerde, klinik belirti olarak bağlandığı kişi tarafından terk edildiğinde bunula baş edemeyeceğini düşünme, bağlanılan kişiye önemli bir zarar geleceği endişesi, yakınları ile beraber güvenli bir ortamda kendini güvende hissedebilme, tek başına uyumakta güçlük çekme endişeleri olduğu görülmüştür. Ayrıca bağlandığı kişi ve yakınları ile ilişkisini bozacak aksamalardan endişe etme, günlük işlerinde aksama olduğunda yakınları ile ilişkilerinin bozulacağı, yakınlarından ayrılma veya onların kendisini terk edeceği düşüncesi ile panik atağı geçirme, bağlandığı kişileri yanında tutabilmek için gereğinden fazla konuşma gibi klinik belirtilerin ortaya çıktığı görülmüştür.

Yeni bir eve taşınma, ciddi tıbbi bir durum, ebeveyn ölümü, yakın bir arkadaşının kaybı veya evcil hayvanının ölümü gibi olaylar ayrılma kaygısı bozukluğunu başlatabilmektedir. Hastalık şikâyetleri olabilir, uyku sorunu yaşayabilirler. Bağlanılan kişiye zarar geleceğini düşünürler. Ayrılma kaygısı yaşayan bireyler kendilerinin ya da bağlandıkları kişilerin kaza geçirebilecekleri konusunda aşırı endişe duyarlar ve bir daha onları göremeyeceklerini, kaybedeceklerini düşünürler. Ayrılma kaygısı yaşayan bireyler kendilerinin ya da ebeveynlerinin/partnerlerinin ölümü ile ilgili kâbuslar görürler.

Ayrılma kaygısı, yıllarca sadece çocuklarda görülen bir bozukluk olarak değerlendirilmiştir. Ancak yetişkinlerde de eş ve çocuk ile ilgili yaşanılan korkular bu tür kaygıya neden olabilmektedir. Yetişkinlerde ayrılma kaygısı evden ayrılma durumu, ebeveyn olma durumu ve romantik ilişkiler gibi dönemlerde ortaya çıkabilmektedir. Ayrılma kaygısı bozukluğu olan bireyler eş veya partnerlerine karşı abartılı bir ilgi içinde olabilirler. Bu nedenle herhangi bir ayrılık durumunda oldukça sıkıntılı bir dönem yaşayabilirler. Ayrılma kaygısı bozukluğu öyküsü olan bir çocukluk deneyimi yetişkinlikte de bu sorunun nüks etmesi adına bir risk faktörü oluşturmaktadır.

Çocuklarda Ayrılma Kaygısı

Ayrılma kaygısı, hem doğal bir tepki hem de bir çeşit bozukluktur. Bir çocuk söz konusu olduğunda bunun doğal mı yoksa nevrotik mi olduğunun ayrımını yapmak ise ebeveynler için epey güçtür. Örneğin Türk aile yapısı göz önünde bulundurulduğunda, annesi olmadan uyumayan bir çocuk hiç kimseyi rahatsız etmeyebilir. Aksine aile bağlarına epey önem verilen böylesi bir toplumda, çocuğunun kendisi olmadan bir yere gitmemesi, bir anne veya baba için övünç kaynağı dahi olabilir. Ayrılma kaygısının bilinen nedenlerini çevresel faktörler oluşturmaktadır.

Çocuğun ilk ve en önemli çevresinin ailesi olduğu düşünülürse ebeveynlerin, bozukluğun ortaya çıkmasını önlemede önemli bir rol üstlendiğini söylemek yanlış olmaz. Her şeyden önce anne baba olarak çocuğun ihtiyaçlarına yeterli düzeyde cevap vermek, sıcak, güven verici ve huzurlu bir aile ortamı oluşturmak bir gerekliliktir. Bu sayede çocuğun, aile bireylerinin hayatı boyunca yanında olacakları ve onu koruyacaklarına kuvvetle inanması sağlanabilir.

Elbette anne ve babaların koruyucu ve güven verici tutumunun altında, çocuğa ailenin güvenli, ancak ailenin olmadığı her yerin güvensiz olduğu mesajı yatmamalıdır. Bu açıdan aile, çocuğun özerkliğini destekleyen, bağımsız davranışlarını ödüllendirebilen bir anlayışa sahip olmalıdır. Ayrılma kaygısı bozukluğunu stresli yaşam olaylarının da tetiklediği daha önce söylenmişti. Bir çocuk için bazen yeni bir eve taşınmak, okul değiştirmek hiç de kolay olmayabilir. Bu noktada aile, bu tür değişimlere girişmeden önce, çocuklarının da fikrini alıp tartışarak demokratik bir ortam yaratırsa, bu tür yaşam olaylarının verebileceği stres azaltılabilir. Ayrılma kaygısı bozukluğu, içinde bulunduğu kültür bağlamında değerlendirilmesi gereken bir bozukluktur. Bağlanmayla olan ilişkisi, içinde bulunulan kültürdeki bağlanma alışkanlıklarına veya aile geleneklerine hâkim olunmasını gerekli kılmaktadır.