Logoterapi ve Varoluşçu Analiz

Kayıp Matem ve Yas

Yas Kavramı

Yas kavramını, ilk olarak Sigmund Freud 1917 yılında yayımladığı “Yas ve Melankoli” adlı makalesinde tanımlamıştır. Freud, yas kavramını sevilen bir nesnenin kaybı veya önemli değerlerin kaybı durumunda ortaya çıkan bir tepki olarak açıklar. Bu tepki, kaybedilen nesne veya değerlerle olan bağın kopmasıyla birlikte gelişir. Freud’a göre yas, kayıp karşısında duyulan üzüntü ve acıyı ifade eden bir reaksiyondur.

Lindermann, yas sürecini ruhsal ve bedensel belirtileri olan belirli bir sendrom olarak ele almıştır. Bu sürece ait beş patognomonik özellik tanımlanmıştır. Bunlar; bedensel sıkıntılar, ölene ait şeylerle uğraş, suçluluk, düşmanca tepkiler, sürüp giden davranış örüntülerinin değişmesidir.

Engel, yasın hastalık olup olmadığını sorgularken aslında bu sürecin beklenenden farklı gelişmesinin bir bozukluğa yol açabileceğini vurgulamıştır. Yası üç aşamaya ayıran Engel, şunları belirtmiştir: Şok ve inkâr, kaybın süreç içinde giderek kabul edilmesi ve yeniden yapılanma.

Patolojik yas süreci, bireyin biyopsikososyal fonksiyonlarını bozan bir durumu ifade eder ve farklı terimlerle tanımlanmıştır. Atıpık yas, çarpıtılmış yas, çözülmemiş yas gibi terimler patolojik yasın farklı klinik tablolarını ifade eder. Patolojik yas için birçok risk faktörü belirlenmiştir. Karmaşık olmuş ve işlevsellik kaybı yaşamış yasın aşırı durumları tanımlanmıştır. Kronik yas, Hipertrifik yas, Gecikmiş yas gibi semptom tipleri üzerinde genel bir fikir birliği vardır, ancak patolojik yasın tanı kriterleri tam olarak yapılandırılmamıştır.

Travmatik Yas

Sevilen bir kişinin ani ve şiddet içeren bir şekilde ölümü sonucunda ortaya çıkan belirtiler ve tepkiler, travmatik yas olarak adlandırılır. Her kaybın ardından yaşanan yas normal ve doğal bir tepkidir. Fakat travmatik yasta, beklenmedik ve şiddet içeren bir kaybın etkisi doğal yas sürecini etkilemektedir. Bu travmatik etki, bedensel ve ruhsal hastalıkların ortaya çıkması için bir risk oluşturmaktadır. Kayıp ve travmanın eş zamanlı olarak etkilediği durum, bireyin dünya algısını ve başa çıkma mekanizmalarını ciddi şekilde etkilemektedir. Sonuç olarak, bireyin yas tepkilerinin çözülme süreci uzar. Travmatik bir kayıp yaşayan bireyler, travma sonrası stres bozukluğuyla karşılaşabilirler. Beklenmedik ve ani bir şekilde gerçekleşen kayıpların yasını tutmak, ölümün yakın olduğuna dair bir uyarı veya belirti olduğu durumlara göre daha zor olabilmektedir. Travmatik yasta, birey kaybettiği kişiyle aşırı derecede meşgul olur. Normal yastan farklı olarak, travmatik yasta ayrılık kaygısı işlevselliği etkileyebilecek derecede sürekli ve rahatsız edici bir şekilde tekrarlar. Bu durum bireyde sürekli tepkilerin oluşmasına yol açar ve psiko-sosyal işlevsellik alanlarında önemli ölçüde bozulmaya neden olmaktadır.

Kayıp Matem ve Yas

Sevilen birinin kaybı veya ayrılığı sonrasında bireyin deneyimlediği süreci açıklayan üç farklı kavram bulunmaktadır. Bu kavramlar genellikle birbirinin yerine kullanılsa da anlamsal olarak farklılık göstermektedir. Kayıp, Bireyin sevilen birini yitirmesi durumunu nesnel olarak ifade eder. Kayıp yaşayan kişinin içinde bulunduğu durumu tanımlar. Matem, Ölüm sonrası yaşanan süreci ve yaşanan üzüntüyü ifade eder. Bu süreç, kaybedilen kişinin ardından duyulan üzüntü, kaybedilen kişiyle bağlantı kurmaya çalışma, yeniden yapılanma gibi aşamalardan oluşmaktadır. Matem, kaybın kültürel boyutunu temsil eder ve çeşitli kültürel davranışları içerir. Bu davranışlar ve ritüeller, kaybın daha çok dışsal yönünü yansıtır. Bu davranışlar ve gelenekler toplumlar ve dini gruplar arasında farklılık gösterebilmektedir. Hem biçimleri hem de süreleri açısından çeşitlilik göstermektedir. Yas, kişinin kayba karşı verdiği öznel tepkidir. Ölüm nedeniyle kayıp yaşayan bireylerde, kayba uyum sağlama tepkilerini ve sıkıntıyı ifade eder. Yas tepkileri, kaybın içsel yönünü ve hissedilen duyguları yansıtır. Yas tepkileri duygusal, fiziksel, davranışsal ve bilişsel alanlarda farklı şekillerde ortaya çıkabilmektedir.

Kübler Ross’a Göre Yasın Beş Evresi

İsviçreli yazar Elisabeth Kübler-Ross, terminal dönem hastaları, AIDS’li hastalar, yaşlılar ve çocuklar üzerinde yaptığı klinik çalışmalar sonucunda beş evreden oluşan bir süreci tanımlamıştır. Bu evreler, inkar, öfke, pazarlık, depresyon ve kabullenme olarak adlandırılmaktadır. Elisabeth Kübler-Ross, bu evreleri yaşamanın zorunlu olmadığını ve sıralı bir şekilde olmak zorunda olmadıklarını belirtmektedir. İnkâr evresinde, kişi kaybı kabul etse de zihninde hala şüpheler ve sorular oluşur. Ölen kişinin gerçekten öldüğüne veya kaybın gerçekliğine dair kuşkular ortaya çıkar. Öfke evresinde, iyileşme sürecinde kişi kendini suçlar ve öfke duyar. Ölen kişiye, kendisine, diğer insanlara veya yaratıcıya karşı öfke ve suçlama hissi yaşanabilir. Pazarlık evresinde, suçluluk ve pişmanlık duygularıyla birlikte geçmişte neyi farklı yapabileceklerini düşünürler. Kendilerini suçlamak yerine olayları değiştirme veya geri alma arzusuyla pazarlık yapabilirler. Depresyon evresinde, uzun süren yas döneminde klinik düzeyde depresyon yaşanabilir. Bu evrede, tedavi edilmesi gereken ciddi bir ruhsal durum söz konusu olabilir. Kabullenme evresi, kaybın gerçeğiyle yüzleşildiği ve yaşamaya başlamanın öğrenildiği bir evredir. Bu evrede kişi kaybı kabul etmiş olabilir, ancak onu sevmeyeceği gerçeğiyle de başa çıkmak zorunda kalabilir. Kabullenme aşamasında, kişi ne kadar bağlıysa yeniden yapılanma süreci o kadar zor olabilmektedir.