Logoterapi ve Varoluşçu Analiz

Majör (Yeğin) Depresyon

Yeğin (Majör) Depresyon Dönemi

Bu dönemin temel karakteristiği en az iki hafta süreyle yaşanan depresif duygu durumu ya da hemen hemen her şeye ilgisizlik ve bunlara eşlik eden yan belirtiler olarak tanımlanır. Belirtiler oldukça inatçıdır, günün büyük bir bölümünde ve hemen hemen her gün kişiye egemendirler. Yan belirtiler arasında, iştah bozulmaları, beden ağırlığında değişiklikler, uyku bozuklukları, psikomotor ajitasyon ya da yavaşlama, enerjinin azalması, değersizlik ve abartılı suçluluk duyguları, düşünme ve dikkat toplama güçlükleri, tekrar tekrar gelen ölüm ve intihar düşünceleri ya da girişimleri sayılabilir.

Depresif duygu durumu yaşamakta olan kişi yaşadıklarını genellikle çöküntü duygusu, hüzün, umutsuzluk ve yüreksizlik olarak tanımlar. Yüzü kederli, gözleri ve ağzı aşağı doğru sarkıktır. Bakışları boş, omuzları düşüktür. Bazı durumlarda ise kişi depresyonda olduğunu kabul etmez ve depresyonun varlığı başkalarının gözlemlerine dayanarak tanılanır.

İştah bozulmaları oldukça sıktır ve genellikle iştah azalması ya da daha ender olarak artması biçiminde görülür. Bu durumlara kilo kaybı ya da artışı eşlik eder. Uyku güçlükleri de oldukça sıktır; daha çok insomnia, bazen de hipersomnia biçiminde görülür. İnsomnia, uykuya dalmada güçlük, uyanıp tekrar uyuyamama ya da erken uyanma olarak yaşanabilir. Hipersomnia ise, alışılmıştan uzun süreler uyuma, gün boyunca uyuklama ya da gün ortasında uzun uykular biçiminde görülebilir.

Psikomotor ajitasyon, yerinde duramama, sürekli dolaşma, el ovuşturma, saçları, deriyi, giysileri ya da diğer objeleri ovma ya da çekiştirme biçiminde görülür. Psikomotor yavaşlama belirtileri arasında, konuşmanın ağırlaşması, cevaplardan önceki sürelerin uzaması, yumuşak ve tekdüze ses tonu, hareketlerde yavaşlama, konuşma içeriğinin fakirleşmesi ya da konuşmama sayılabilir. Genel enerji düzeyi düşer ve hareketsizliğe rağmen yorgunluk yaşanır. En basit işleri yapmak bile zor gelir ya da imkansızlaşır.

Değersizlik duyguları, kendini yetersiz hissetmekten, kişinin kendi değerine ilişkin gerçeğe hiç uymayan olumsuz inançlara kadar değişen tonlarda ortaya çıkabilir. Depresif kişi bundan ötürü önemsiz hatalarını bile abartır ve değersizliğini kanıtlayacak ipuçları arar. Geçmişte yaşanmış ya da yaşanmakta olan olaylara ilişkin abartılı bir suçluluk duygusu ve kendini sorumlu görme eğilimi yaşanır.

Değersizlik ve suçluluk duygularının hezeyan niteliğine ulaştığı da olur. Dikkat toplayamama, düşünmede yavaşlık ve karar verme güçlüğü sık görülen belirtiler arasındadır. Ölümle ilgili düşünceler, kendisinin ve diğerlerinin ölümle huzura kavuşacakları inancı, intihar düşünceleri ya da girişimleri görülebilir. Diğer yan belirtiler arasında, ağlamalar, anksiyete ve panik nöbetleri, hırçınlık, beden sağlığına ilişkin aşırı kaygılar ve obsesif düşünce takıntıları sayılabilir.

Eğer hezeyan ve sanrılar ilerlerse kendisinin ve dünyanın yok olacağına ilişkin nihilistik hezeyanlar, kanser ve benzeri hastalıklara yakalanmış olmaya ilişkin somatik hezeyanlar ya da fakir düşmüş olma hezeyanları da ortaya çıkabilir. Depresif bozukluklarda, hekimin yanı sıra hasta da depresyonuna bir açıklama getirme çabasındadır ve bu amaçla sürekli geçmişteki hatalarını bulmaya çalışır. Neden arama sürecine çoğu kez hastanın yakınları da katılır ve duruma çeşitli açıklamalar getirirler. Çoğu tahminden öteye gitmeyen ve bazen de imgelem ürünü olan bu açıklamalar gerçek nedenlerin anlaşılabilmesini daha da güçleştirir.

Depresif Dönem Nasıl Başlayabilir?

Depresyon genetik ve biyokimyasal katkıların rolü ne olursa olsun, psikolojik yönüyle depresyon geçmişin bozuk ilişkileri temelinde yaşanan bir kendine saygı sorunudur. Çocukluk döneminde içleştirilen bu ilişkiler duygudurum bozukluğunun belirmeye başlamasıyla birlikte yeniden canlanır ve kişinin o günkü dünyasındaki ilişkilere yansıtılır. Dolayısıyla, depresyonlarda, kişinin yakınlarıyla olan ilişki biçimleri ile kendine olan saygısını sürdürebilmesi arasında yakın bir ilişki vardır. Bazı durumlarda çaresizlik kendine dönük bir saldırganlığa neden olabilir, ancak bunun yalnızca kişinin kendine olan saygısını sarsan herhangi bir engellenme ya da zedelenme klinik depresyonun ortaya çıkmasına neden olabilir. Depresyon, benliğin kendine olan saygısının, kendi beklentilerini karşılayamaması sonucu kısmen ya da tümden çökmesine rağmen, bu beklentilerin aynı yoğunlukta sürdürülmekte olması sonucu yaşanır.

Depresif bozukluğun bir yakının ölümünü izlemesi oldukça sık görülür. Bunun yanı sıra, sevilen biri tarafından terk edilme, para ve varlık kaybı, emeklilik ya da saygın bir konumdan uzaklaştırılma gibi durumlar da görünür neden olarak depresyonu başlatabilir.

Yüksek bir konuma getirilme ya da kişinin saygınlığını artıran benzer durumlar da bazen bir depresyonun başlangıç noktasını oluşturabilir. Bu bir çelişki gibi görünebilirse de çoğu psikiyatrist, kişinin kendisini bu işi yürütecek yetenekte görmemesinin depresyonu başlatabildiği kanısındadır. Depresyonu başlatan etmenler konusunda literatürde yazılanlar oldukça ilgi çekicidir. Bunlar arasında, evin köpeğinin pirelenmesi, kar fırtınası nedeniyle bir yere saklanma, tatile çıkma, tatile çıkamama, üniversiteden mezun olma, iş değiştirme, yeni bir eve taşınma ve bir torunun dünyaya gelişi çeşitli nedenler sayılmıştır. Böylesi etmenlerin bir depresyonun gerçek nedeni olup olamayacağı ya da depresyona neden oluşlarının psikodinamik açıklamaları tabii ki tartışılabilir. Ancak bazı psikiyatristlerin de gözlemlemiş olduğu gibi, bu kişilerin hastalık öncesi dönemleri dikkatle incelendiğinde bazı depresyon belirtilerinin önceden de var olduğu fark edilebilir.

Varoluşçu Yaklaşım

Minkowski, Depresyonun, kişinin zamanla olan ilişkisinin bozularak “gelecek” kavramını yitirmesi sonucu yaşandığını inandırıcı bir biçimde açıklamıştır. Depresif şizofrenik bir hastasının dünyasını anlama çabalarında Minkowski, hastasının zamanla bağının koptuğunu ve her bir günü, geçmişten ve gelecekten bağımsız, tek başına bir ada gibi yaşadığını, dolayısıyla umudunu ve “süreklilik duygusu “nu da yitirdiğini gözlemlemişti.

Varoluşçu psikiyatri, geleceğin, varoluşun zaman boyutuna, şimdiki zaman ve geçmişe oranla daha egemen olduğu görüşündedir. O anda olmakta olan insan, bir sonraki andaki geleceğe de doğru hareket etmektedir. Bu, ileriye dönük tasarımlar doğrultusunda davranmaktan ya da geleceği yaşanmakta olan zamandan ve geçmişten kaçmak için kullanmaktan farklı bir olgudur. Varoluşçu psikoterapi geçmişi yadsımaz, ancak geç­mişin de geleceğin ışığında anlaşılabileceği görüşünü vurgular. Çünkü geçmişin belirleyici nitelikteki olaylarının anlamı da şimdiki zaman ve gelecek tarafından belirlenir. Geçmişi mekanik bir biçimde değerlendirmek bir yanılgıdır. Çünkü geçmiş, şimdiki zamandan bağımsız olarak vaktiyle yaşanmış olan bazı olaylar topluluğunun depolandığı statik bir yer değildir. Tam karşıtı olarak geçmiş, yaşanmak üzere olan andaki gerçeğimize göre, “kabul edilmiş geçmişimizin içinden o anda seçilivermiş olaylardır.

Depresif Duygulanım

Yukarıda bahsedilen depresyon tanımı belirli bir dönemi kapsayan ve süren bir duygudurumu kapsamaktadır. Duygulanım ise daha kısa sürede yaşanılan veya hissedilen, belirli olaylar ve kısa günler ile sınırlanan bir ifadedir.

Çoğu kez sorun, canımızın sıkılması değil, canımızın sıkılmasına canımızın sıkılmasıdır. Yalnızlık, karamsarlık ya da bıkkınlık gibi duyguları yaşanması iyi olmayan durumlar olarak değerlendirdiğimizden, genellikle bu duyguların bir an önce üstesinden gelmeye çalışıyoruz ya da onları inkar etme eğiliminde oluyoruz.

Engin Geçtan Varoluş ve Psikiyatri kitabında şöyle aktarıyor: ‘’ Vaktiyle bir konuşmamda, “Depresyonunuzun da keyfini çıkarabilirsiniz!” demem dinleyiciler tarafından yadırganmıştı. Bazı dinleyicilerin sonradan bana aktardıklarından, bu cümlenin üzerinde çok durulmuş olduğunu öğrendim. Oradaki çoğunluk belki de saçmaladığımı düşünmüştür. Ama en azından birkaçı ne demek istediğimi anlamaya çalıştı ve aylar sonra bile bana bu cümleye ilişkin sorular soruldu. Olumsuz olarak nitelendirme eğiliminde olduğumuz duygular da varoluşumuzun bir parçası. Eğer bazen nedenini bilemediğimiz depresif bir yaşantıya giriyorsak bu, o zaman kesitinde organizmamızın kendiliğinden yaptığı bir seçimdir. Belki de organizmamızın bir ihtiyacı. Yaşanmasına izin verdiğimizde bir süre sonra tükenir ve bir başka yaşantıya geçilir. Bastırmaya ya da işler yolunda gidiyormuşçasına davranmaya çalıştığımızda durum karmaşıklaşır, hatta bazen psikosomatik tepkilere yol açabilir. Tabii burada anlatılmak istenen, sürekliliği olan depresif bir bozukluk ya da bazı insanların kendi varoluş sorumluluklarından kaçmak için ürettikleri kahır ve üzüntü değil. ‘’

Distimik Bozukluk

En az iki yıldır süregelmekte olan depresif duygu durumunu tanımlar. Yan belirtiler arasında, iştah azalması ya da aşırı yemek yeme, insomnia ya da hipersomnia, enerji azalması ve yorgunluk, kendine saygının azalması, yüreksizlik, cinselliği de kapsayan girişim noksanlığı, huzursuzluk ve hırçınlık, dikkat toplama zorlukları ya da karar verme güçlüğü ve umutsuzluk sayılabilir. Keder ve karamsarlık günün sona erdiği saatlerde artar.

Distimi tanısının konulabilmesi için kişinin iki yıl içinde depresyondan çıkabildiği dönemlerin iki ayı aşmaması gerekir. İnsanlar yaşamları boyunca karşılaştıkları başarısızlık, bir yakının ölümü, sevilen bir kişinin düş kırıklığı yaratması gibi olaylar karşısında geçici bir süre çöküntü yaşarlar. Distimik kişiler ise benzer zorlanmalar karşısında aşırı ve daha uzun süreli bir tepki gösterirler. Bu insanların zorlanmaya dayanıklıkları azdır ve kolayca suçluluk duygularına kapılırlar. Depresif nevroz genellikle sarsıcı bir olayı izler. Eğer olay sevilen birinin ölümü ise durum daha da karmaşıklaşır. Sevilen kişiye karşı yaşanan, ancak baskı altında tutulan düşmanca eğilimler, sanki o insanın ölümüne bu olumsuz duygular neden olmuşçasına, yoğun suçluluk duygularına dönüşür.

Distimik kişiler dramatik bir olay olmaksızın da çöküntüye girebilirler. Kuralcı vicdanlarının isteklerini karşılamak ve yetersiz benliklerini telafi etmek amacıyla “kusursuz olmak” ve “herkes tarafından sevilmek” çabasında olan bu kişiler, en küçük bir yanlış yaptıklarında ya da başkalarının olağan eleştirileriyle karşılaştıklarında derhal çöküntüye girer ve “değersiz ve yeteneksiz” ya da “kimsenin sevemeyeceği biri” oldukları duygusuna kapılırlar. Godfarb, yaşlılarda, toplum içinde ve iş yaşamında sahip oldukları durumu yitirmekten kaynaklanan bir depresyon türünden söz eder. Böyle durumlarda yaşananlar yaşlanma belirtileriyle karıştığı için, ilk bakışta depresif belirtiler fark edilemeyebilir. Güçsüzlük, çabuk yorulma, iştahsızlık, uykusuzluk gibi bedensel belirtilerin yanı sıra, çevredeki insanların yanlışını yüzlerine vurma ya da onlardan çok şey bekleme, hırçınlık ve sürekli bedensel yakınmalar depresyonun temel belirtilerini maskeleyebilir. Godfarb’ a göre bu maskeleyici belirtiler, çevrenin ilgisinin ancak acı çekerek sağlanabileceği inancından kaynaklanır.