Logoterapi ve Varoluşçu Analiz

Mekan Aidiyeti ve Göç Faktörü

Göç

Göç, insanların yaşadığı yerden başka bir yere hareket etmesini ifade eden bir olgudur. İnsanlar farklı sebeplerle göç edebilirler. Bazen insanlar kendi ülkeleri içinde yer değiştirme amacıyla göç ederken, bazen de farklı ülkelerin topraklarına geçerler. Bu nedenle iç göç, aynı topraklar üzerinde gerçekleşen hareketlilikken, dış göç farklı topraklara doğru gerçekleşen göçü ifade eder. Göçün nedenleri siyasi, sosyal ve ekonomik olabilir. İnsanlar, daha iyi yaşam standartlarına sahip olmak için tercih ettikleri göçlerin yanı sıra savaş, soykırım, kıtlık gibi zorunlu yer değiştirmelerle de karşılaşabilirler. Göç deneyimi, insanın varoluşundan bu yana karşılaştığı bir deneyimdir. Göç eden bir kişi sadece bedenini veya kişisel eşyalarını değil, dilini, kültürünü, tarihini ve kimliğini de beraberinde taşır. Ancak yeni yerleşim bölgesinde bu değerlere ne ölçüde sahip olabileceği belirsizdir. Göçmen olmak, yeni bir yerde uyum sağlama sürecini de beraberinde getirir. Kişinin varış noktası genellikle belirsizdir. Göç, Türkiye’nin en öncelikli konularından birini oluşturmaktadır. Göçler toplumsal değişimde önemli bir rol oynamaktadır. Göç eden ve göç edilen yerler arasında birçok sorun ortaya çıkabilmektedir. Kimlik, aidiyet, eşitsizlik, yabancılaşma gibi kavramlar bu bağlamda daha da önem kazanmıştır.

Mekan Aidiyeti

Mekân aidiyeti, bir bireyin kendisini “evinde hissedebileceği” bir yer bulmasıyla ilgili olan bir kavramdır. Bu nedenle, ait olmak demek, kişinin aşina, rahat, güvende hissedebileceği sembolik bir alana sahip olması demektir. Bu alan, coğrafi bir yer olabileceği gibi, duygusal bağlılık, evde olma hissi gibi kavramları da içerebilir. Bir kişinin yaşadığı apartman dairesi, mahallesi, sokağı, öğrenci yurdu veya daha genel olarak ulusu, memleketi gibi birçok şey veya yer mekân aidiyetinin konusu olabilir. Mekânsal aidiyet, insanların yaşamlarına olumlu katkılar sağlayan bir faktör olarak görülürken, mekânsal aidiyetten yoksunluk ise negatif sonuçları olan bir durumdur. Mekân aidiyetinden yoksun olmak, yalnızlık, izole olma, yabancılaşma ve yer değiştirme duygusu gibi etkileri içerir ve motivasyon eksikliği ve mental sağlık sorunlarına neden olabilir.

Mekân ve aidiyet ilişkisi, yer kimliği, yere bağlılık ve yer duygusu gibi kavramlar üzerinden açıklanmaktadır. Bir birey genellikle fiziksel dünya ile ilgili anılarını, duygularını ve tercihlerini bilinçli olarak fark etmeyebilir, ancak tüm bunlar fiziksel çevreye verdiği tepkileri etkiler. Yere bağlılık, birey ve mekân arasındaki bağın çeşitli varyasyonlarını birleştirici ve bütünleştirici bir kavramdır. Mekân, sosyal bağları güçlendirme konusunda katalizör görevi görebilir. Aynı şekilde, mekânın yabancılaşma kavramına hizmet ettiği durumlar da olabilir. Yere bağlılık kavramını etkileyen unsurlardan biri zamandır. Zaman, fiziksel mekânı değiştirdiği gibi bireyi de kişisel olarak değiştirir. Bireylerin çocukluk, gençlik, yetişkinlik ve yaşlılık dönemlerindeki mekân algısı ve dolayısıyla yere bağlılıkları farklılık gösterebilir. Kültür faktörü, yere bağlılık kavramını şekillendiren bir diğer unsurdur. Farklı kültürler, inançlar, sosyal grupların ritüelleri ve toplumsal kabulleri, mekân kullanımlarını ve mekâna yükledikleri değerleri farklılaştırır. Dolayısıyla, yere bağlanma ölçütleri, dereceleri ve mekânsal aidiyetler de farklılık gösterebilir. Mekânsal aidiyetle ilgili başka bir teorik yaklaşım ise “yer duygusu” kavramıdır. Yer duygusu, insanların mekâna ve çevreye karşı öznel ifadeleri ve bu çevreye karşı geliştirdikleri duygu bilincini ifade eder.

Kent yaşamında, insanların aidiyet kurduğu ve bağlandığı mekânlar önemli bir rol oynar. Anılar dinamik sosyal çevrenin bir uzantısıdır ve kentsel ölçekte sosyal çevrenin mekâna yansımasın da etkilidir. Bir kafenin, bir kuaför salonunun, sık sık gittiği restoranların veya birahanelerin, gezmek ve dinlenmek için tercih ettiği parkların veya çay bahçelerinin, alışveriş yapmak veya eğlenmek için gittiği alışveriş merkezlerinin, oyun veya film izlemek için tercih ettiği sinemaların veya tiyatroların kentli yaşamın bir parçasını oluşturur. Bu mekânlar aracılığıyla kent sakinleri, hayata tutunur, aidiyet duygusu, bağlanma, kimlik ve özdeşlik ilişkileri kurar. Bazı zamanlar keyif almak, eğlenmek, sosyal bağlar kurmak için, bazen de yaşamsal zorluklardan kaçmak için bu mekânlarda bulunurlar. Bu mekânlar, günlük yaşamın rutin akışına eşlik etmenin yanı sıra, hayatımızdaki küçük zaman aralıklarını doldurmamıza da yardımcı olurlar. Aynı zamanda, rahatlama, gevşeme, kaçış, özgürlük, temsil gibi işlevleri de yerine getirirler. Kısacası, kentsel mekânlar bireyi var eden, kimlik kazanmasını sağlayan, sosyal ilişkiler kurulan ve bu ilişkileri güçlendiren sosyalleşme ve hayatı devam ettirme alanlarıdır.