Özgül Fobi
Normal insanlar tarafından tehlikeli sayılmayan nesne ya da durumlar karşısında duyulan olağandışı güçlü bir korku olarak tanımlayabileceğimiz fobi, oldukça sık görülen bir kaygıbozukluğu türüdür. Fobi niteliğindeki korkulan, gerçek bir tehlike karşısında duyulan korkudan ve bazı durumların tehlikeli olabileceği konusundaki bilgilere dayanan kaygılardan ayırmak gerekir. Örneğin uçak kazalarının sık görüldüğü bir dönemde bir insanın uçağa binme konusunda bir ürküntü duyması, başka bir konuya ilişkin kaygının yön değiştirmesi sonucu oluşan gerçek bir uçak fobisinden anlam bakımından farklıdır. Ayrıca gerçek fobilerle, panofobi denen bir tepki türü arasında da bir ayrım yapmak gerekir. Yalancı fobiler de denilen panofobilerde kişi pek çok nesne ve durumdan, genellikle herhangi bir değişiklikten korkar. Oysa gerçek fobilerde korku, hayvan fobisi, kalabalık karşısında yüz kızarması fobisi ve sokağa çıkma fobisi gibi spesifik durumlara yöneltilmiştir.
Çoğu insan arada bir geçici ve mantık dışı korkulara kapılabilir. Ancak fobide, korku duygusu o denli yoğundur ki, kişinin günlük yaşamını engelleyebilir. Örneğin, kapalı yerlere karşı fobi geliştirmiş olan kişi, odalara girmemek ya da dar koridorlardan geçmemek için türlü önlemler alır ya da her an dışarıya çıkabilmesine olanak sağlayacak biçimde ve kapıya yakın olmadıkça, kapalı bir yerde oturamaz. Eğer çıkış yolları kapalıysa ya da çevreyi rahatsız etmeden dışarıya çıkabileceği bir durum yoksa, yoğun bir panik yaşayabilir. Gerçekte kişinin kaçabilmek istediği durum, içsel dürtülerin denetiminden çıkması durumunda karşılaşacağı anksiyetedir. Ancak, yön değiştirme mekanizması bilinçli düzeyde işlemediğinden, kişiye neden böyle davrandığı sorulduğunda açık bir yanıt veremez, korkularının yersiz olduğunu kabul etmekle birlikte, tepkisini engellemenin elinde olmadığını, aldığı önlemlerin kendisine nedenini bilmediği bir güven sağladığını açıklamakla yetinir.
Fobi nevrozlarındaki kaçınma tepkilerinin kişiye sağladığı bazı ikincil kazançlar da vardır. Böyle bir kişi korkuları nedeniyle çevrenin ilgisini üzerinde toplar, onlar tarafından korunur ve hatta yakınlarının davranışlarını da yönetimi altına alabilir. Örneğin sokağa çıkma korkusu olan bir ev kadını, alışveriş ya da çocuklarını okula götürmek gibi ev dışı sorumluluklardan kurtulmuş olur. Yalnız kalma fobisi olan bir diğeri, ev halkının yaşamlarını kendisine göre ayarlamalarını sağlamış olur. Ne var ki, bu gibi tutumlar bir süre sonra çevredeki insanlarda bıkkınlık yarattığından, fobi nevrozlu kişinin düşmanlık d uygularına yenileri eklenir.
Psikanalitik Kuram
Sigmund Freud, fobileri psikanalitik kuram çerçevesinde, özellikle bilinçdışı süreçlerle ilişkilendirerek açıklamıştır. Freud’a göre, fobiler bireyin bilinçdışında bastırdığı çatışmaların veya kaygıların bir dışavurumudur. Yani, birey içsel bir çatışma yaşıyor olabilir, ancak bu çatışmayı bilinç düzeyinde fark etmez. Bunun yerine, bu kaygılar dış dünyadaki belirli nesnelere, durumlara veya olaylara kaydırılır ve bunlar fobik tepkiler olarak ortaya çıkar.
Freud’un fobi teorisini daha iyi anlamak için onun “küçük Hans” vakasını incelemek önemlidir. Küçük Hans, atlara karşı yoğun bir korku (fobi) geliştiren bir çocuktur. Freud, bu korkunun yüzeyde görüldüğü gibi yalnızca atlara karşı olmadığını, aslında Hans’ın babasıyla olan bilinçdışı çatışmasından kaynaklandığını ileri sürmüştür. Freud, Hans’ın babasıyla ilgili bilinçdışı duygularını (özellikle Oedipus kompleksinden kaynaklanan, babasını rakip olarak görme durumu) atlara aktardığını savunmuştur. Atlar, bu bilinçdışı kaygının sembolik bir temsilcisi haline gelmiştir.
Freud’a göre, fobilerin gelişimi şu şekilde açıklanabilir:
- Bastırma: Birey, bilinçdışında yaşadığı bir çatışmayı veya kaygıyı bastırır. Bu kaygı genellikle erken çocukluk döneminde cinsel veya saldırgan dürtülerle ilişkilidir.
- Yer değiştirme: Bastırılan bu kaygı, başka bir nesneye veya duruma aktarılır. Yani, kişi asıl kaygı kaynağını bilinçli olarak fark etmez, bunun yerine bu kaygıyı dışarıdaki bir nesneye veya duruma yansıtır.
- Kaçınma: Kişi, kaygıyı yaratan duruma (aslında bilinçdışı bir çatışmanın temsilcisi olan) bilinçli olarak maruz kalmaktan kaçınmaya başlar. Böylece fobi gelişir.
Freud’un yaklaşımında, fobinin altında yatan asıl sorun, bilinçdışındaki çözümlenmemiş çatışmalar ve bastırılmış duygulardır. Fobi, kişinin bu çatışmalarla yüzleşmek yerine kaygıdan kaçınma stratejisi olarak ortaya çıkar. Psikanalitik tedavi ise bu bilinçdışı çatışmaları açığa çıkarmaya ve çözüme kavuşturmaya çalışır.
Otto Rank
Rank’a göre, insanın yaşadığı en temel ve ilk travma doğumdur. Bebek, anne rahmindeki güvenli ve korunaklı ortamdan dış dünyaya, bilinmezliklerle dolu, tehlikeli ve belirsiz bir ortama zorla çıkarılır. Bu süreç, bireyin hayatındaki ilk büyük ayrılma ve kaygı kaynağıdır. Rank, bu doğum travmasının tüm kaygı ve korkuların (dolayısıyla fobilerin) temel kaynağı olduğunu savunmuştur.
Rank’ın Fobi Teorisi
Rank’a göre, fobilerin temelinde doğum travmasının etkileri yatar. Fobi geliştiren bireyler, bilinçdışı düzeyde bu doğum travmasının tekrarlanmasından veya doğum sırasında yaşanan kaygıya benzer bir deneyimden kaçınmaya çalışırlar. Fobi, aslında bireyin doğum sırasında yaşadığı korkunun yansımasıdır. Fobik kişi, bilinçdışı düzeyde, dış dünyadaki bir nesneyi veya durumu, doğum travmasının sembolü olarak görür ve bundan kaçınır.
Rank’ın Fobi ile İlgili Temel Görüşleri
- Doğum travması: Rank’a göre, doğumun kendisi en büyük kaygı ve korku kaynağıdır. Bebek, anne rahmindeki güvenli ortamdan dış dünyaya geçerken büyük bir travma yaşar. Bu travma, bilinçdışı düzeyde tüm yaşam boyunca etkisini sürdürür ve çeşitli korkulara neden olur.
- Bilinçdışı anılar: Doğum travması bilinçdışında saklı kaldığı için, birey bu travmanın etkilerini fark etmez. Ancak bu travma, ilerleyen yaşamda kaygı ve korkuların temel kaynağı olarak kalır. Fobiler, bu bilinçdışı travmanın bir şekilde yüzeye çıktığı durumlardır.
- Kaçınma: Fobiler, bireyin doğum sırasında yaşadığı ilk büyük ayrılma ve korku hissini tekrar yaşamamak için geliştirdiği kaçınma mekanizmalarıdır. Örneğin, yükseklik korkusu (akrofobi) olan bir kişi, aslında bilinçdışı düzeyde, doğum sırasında yaşadığı düşme ve güvenli ortamdan ayrılma korkusunu deneyimlememek için yükseklikten kaçınır.
- Doğum travmasının sembolizmi: Fobik tepkilerde bulunan nesne veya durumlar, bilinçdışı düzeyde doğum travmasının sembolik temsilcileri olabilir. Örneğin, karanlık korkusu (niktofobi) olan bir birey, doğum öncesi anne rahmindeki karanlık ortamla ilişkilendirilen güvenliğin kaybını sembolize edebilir.
Logoterapi ve Varoluşçu Analiz
Frankl, fobilerin temelinde beklenti kaygısı (anticipatory anxiety) olduğunu savunur. Beklenti kaygısı, kişinin bir duruma girmeden önce, o durumu zihninde felaketleştirmesi ve olası korkutucu sonuçları öngörerek yoğun bir kaygı hissetmesidir. Fobi, bu beklenti kaygısının sürekli hale gelmesi ve belirli bir nesneye veya duruma yönelik aşırı korku geliştirilmesi ile oluşur.
Frankl’a göre fobi, korkulan şeyin kendisinden çok, kişinin o şeyden kaçınma çabasından doğar. Kişi bir nesne ya da durumla karşılaşmadan önce, bu nesnenin kendisine zarar vereceğine ya da büyük bir kaygı yaratacağına dair beklentiye girer ve bu da korkuyu pekiştirir.
Paradoksal Niyet (Paradoxical Intention)
Frankl’ın fobiler için geliştirdiği en önemli tedavi yöntemlerinden biri paradoksal niyet yöntemidir. Paradoksal niyet, kişinin korkularıyla yüzleşmek yerine, tam tersini yaparak bilinçli bir şekilde korktuğu şeyi istemesi üzerine kurulu bir tekniktir.
- Korkudan korkma döngüsü: Fobik kişi, korkusuyla yüzleşmekten kaçınmaya çalıştıkça, korkusunu daha da güçlendirir. Korktuğu şeyden kaçınmak, beklenti kaygısını daha da artırır ve korku döngüsü içine girer. Örneğin, sosyal fobiye sahip biri, sosyal ortamlarda utanacağına dair korkular yaşadıkça, daha fazla kaygı hisseder ve bu kaygıyı yaşama olasılığı arttıkça korkusu pekişir.
- Paradoksal niyetin uygulanması: Paradoksal niyet yönteminde, Frankl bu döngüyü kırmayı amaçlar. Fobisi olan kişiden, korktuğu şeyi bilinçli olarak “istemesi” ve bunu başarmaya çalışması istenir. Örneğin, sosyal fobisi olan bir kişiden, sosyal bir ortamda utanç verici bir durum yaşamasını “istemesi” ve buna bilerek niyet etmesi istenir. Böylece kişi korkusunun peşinden gitmeye başlar ve korktuğu şeyin aslında o kadar korkunç olmadığını fark eder.