Logoterapi ve Varoluşçu Analiz

Yabancılaşma

Martin Heidegger, yabancılaşmayı “varlığın unutulması” olarak değerlendirir ancak Freud’un “yabancılaşma sendromu” olarak adlandırdığı bu durum, ona göre bireylerin kendilerini tehlike ve tehditlerden korumak için refleks olarak kullandıkları bir tür savunma mekanizmasıdır. Yabancılaşma, bir kişinin sosyal yaşamının belirli bir bölümünden veya tamamından rahatsız olma durumudur. Çaresizlik, anlamsızlık, düzensizlik, yalnızlık, hapsedilmişlik duyguları olarak ifade edilen durumların ortaya çıkmasıdır.

Yabancılaşma kavramı, felsefe, psikoloji, sosyoloji, teoloji, edebiyat, siyaset ve sanat gibi geniş bir disiplin yelpazesinde incelenen bir konudur. Bu kavram, özellikle Sanayi Devrimi ile daha fazla tartışılmış ve çeşitli kuramlarla ele alınmıştır. Gündelik hayatın hızlanması, çalışma saatlerinin artması, rasyonel yaşam tarzının dayatılması gibi etmenler yabancılaşmaya zemin oluşturmuştur. Yabancılaşma, insanın yaratıcı yanını pasif hale getirerek onu mevcut sistem içinde bir nesne haline getirir. Bu durum, günlük hayatta sürekli hissedilir. Yabancılaşmış birey, kendi yaşamının öznesi olmaktan uzaklaşır ve nesneleştirilir. Kendi eylemlerinin sonuçlarını tahmin edemez ve kontrol edemez hale gelir.

Marx’a göre yabancılaşma

Marx, yabancılaşma fenomenini dışsal faktörlere bağlamıştır. Yabancılaşma kavramıyla ilgili düşünceleri, Karl Marx ile benzer bir perspektife sahip olan Weber ise insanların çalışma koşulları nedeniyle bireyselliğini yitirdiğini savunur. İnsanın evrenle ilgili düşüncelerinden soyutlanması, ona yeni yükler getirir ve bu baskı, yabancılaşma sorununun ortaya çıkmasına zemin hazırlamaktadır. Karl Marx, yabancılaşma kavramını daha çok iş bölümüyle ilişkilendirerek detaylı bir şekilde açıklamıştır. İnsanın etkinlikleri ve ürettikleri, onlara üstün dışsal güçler tarafından baskılanıyormuş gibi görünerek bireyler ve toplumsal gruplar arasında yabancılaşma sürecini tetiklemektedir. Erich Fromm ise Marks’ın yabancılaşma kavramını bir benzetmeyle açıklamıştır. Birey, gücünü ve yeteneğini bir put haline getirir ve bu puta tapar, ancak bu put sadece bireyin kendi çabasının sonucudur. Bireyin kendi üretken emeğinin bir sonucu olarak değil, ondan ayrı, yüceleştirilmiş olan ve taptığı bir şey haline gelir. Modern birey, putperestlik biçimini değiştirmiş ve ekonomik güçlerin objesi haline gelmiştir. Ellerinin emeğine taparak kendisi bir nesneye dönüşmektedir.

Georg W. Friedrich Hegel’e göre yabancılaşma

Georg W. Friedrich Hegel, yabancılaşmanın tarihini incelediğimizde karşımıza çıkan ilk düşünürdür. Ona göre insanlık tarihi, yabancılaşmanın tarihidir. Hegel, varlığın, tarihin ve diyalektiğin mutlak temelini İdea’nın yabancılaşmasında bulur. İdea, kendinden çıkarak kendine yabancılaşır ve dağılmış bir diğerliğe dönüşür. Ancak kendine karşı olan ve sürekli yabancılaşan varoluş, kendini kavrayabilme yetisine sahip olur. Doğa, mekanizma, toplum, sanat, din, felsefe gibi varlığın yükselen evreleri, İdea’nın kendini ardışık olarak yeniden kavramasıyla belirlenir. Ancak bu evreler, İdea’nın kendinde ve kendi için gerçekliğini elde edemezler ve yabancılaşma alanında kalırlar. Bu nedenle, Hegel’de çelişki, yabancılaşmanın içeriği haline gelir ve başkasını ve kendini tanımak, kendini düşünmek ve yabancılaşmaya yol açan yeni çelişkileri çözümlemek üzerine odaklanmaktadır.

Emile Durkheim ve yabancılaşma

Emile Durkheim, klasik sosyolojinin önde gelen temsilcilerinden biri olmasına rağmen yabancılaşma kavramını kullanmamıştır. Bununla birlikte, “İş Bölümü” adlı eserinde özellikle modern dönemde mekanik dayanışmadan organik dayanışmaya geçişin toplumda meydana getirdiği sosyal patolojilere dikkat çekmiştir. Durkheim, organik dayanışmanın egemen olduğu toplumlarda, bireylerin etkinliklerinin kolektif değer ve inanca olan bağlılıktan uzaklaşması sonucunda ortaya çıkan anomik durumlara odaklanmıştır. Bu bağlamda Emile Durkheim, yabancılaşmayı psikolojik bir olgu değil, sosyolojik bir olgu olarak ele almış ve intihar fenomenini bireylerin toplumsal ve sembolik yapılarla bütünleşme düzeylerindeki eksiklikle ilişkilendirmiştir. Durkheim, dört farklı intihar tipi olduğunu öne sürer: bencil, diğerkâm, anomik ve kaderci intihar. Bu intihar tipleri, Durkheim’in ahlak ve toplumsal dayanışma teorisiyle doğrudan ilişkilidir. Örneğin, bencil ve anomik intiharlar özellikle modern sanayi ve ticarete dayalı toplumlarda yaygındır. Çünkü bu toplumlarda bireyleri toplumla bütünleştirecek ve toplumsal normlara uymalarını sağlayacak kolektif bilinç düzeyi düşüktür. Dolayısıyla Durkheim’e göre, yabancılaşma toplumda dayanışmanın ve ortak değerlere bağlılığın zayıflamasıyla doğrudan ilişkilidir. Bu durumda kuralların gevşemesi ve toplumda kuralsızlık ortaya çıkmasıyla doğrudan ilişkili olmaktadır.

Melvin Seeman’a göre yabancılaşma

Melvin Seeman’ın kategorizasyonuyla, yabancılaşma kavramı son zamanlarda daha fazla ilgi çekmeye başlamıştır. Seeman, insanın toplum içindeki kişisel yabancılaşmasını sosyo-psikolojik açıdan incelerken, yabancılaşmanın toplumun ilişkilerinde belirleyici ve sürekli bir olgu olduğunu vurgular. Yabancılaşmanın beş farklı boyutuna dikkat çeker: Güçsüzlük, anlamsızlık, kuralsızlık, toplumdan ayrılma ve kendi kendine yabancılaşma. Güçsüzlük, insanın hedeflerine ulaşmasını engelleyen bir durumu ifade eder. Anlamsızlık ise bireyin kendi etkinliklerine anlam verememesine neden olan bir duygudur. Kuralsızlık, toplumun belirlediği normlara uymamaktan kaynaklanan bir durumdur. Toplumdan ayrılma, insanların toplumun önemsediği şeylere yeterince değer vermediği bir duyguyu ifade eder. Son olarak, kendi kendine yabancılaşma, bireyin hangi şeyden yabancılaştığını belirlemenin zorluğuna işaret eden bir duygudur.